Uyku Eğitimi Neden Zararlıdır?
- Burak Kirayoglu
- Feb 6
- 3 min read
Gebeliğin 3.ayından itibaren bebek, annenin tüm ruhaniyetinden etkilenmeye başlar. Gebeliğin 5.ayından itibaren anne sesini ve onunla konuşan diğer sesleri de duymaya başlar. Doğduğu anda annesinin sesini, kokusunu diğerlerinden ayırt edebilir.
Doğumla birlikte görme, koku, tat, dokunma uyaranlarına maruz kalmaya başlar. Bu uyaranlar doğumdan sonra ilk 3-4 ay parçalı bir haldedir. Bu uyaranların kendi içinden mi yoksa dışarıdan mı geldiğini anlayamaz. Anne, baba ya da bakımveren (anne, baba, bakıcı, anneanne, babaanne, dede vs.) her kimse bebeğin ihtiyaçlarını gördükçe, duydukça ve bu ihtiyaçları rutin bir şekilde gidermeye başladıkça bebekte parçalı halde bulunan bu duyusal uyaranları birleştirmeye başlar. Böylelikle 4.aydan itibaren bakımveren kişiyi diğer insanlardan anlamlı bir şekilde ayırt etmeye başlar. 6.aylardan itibaren yabancı kaygısı başlar. Bebeğin en güvendiği ve ihtiyaçlarını gideren tanıdık yüzlerdir, yabancı dış dünyadadır ve bu dış dünya onun için henüz tehlikelidir. Yabancılara, çok sık görmediklerine gitmek istemez. Bu aylarla birlikte bebekte nesne sürekliliği başlar. Görmediği nesnenin temsilini artık zihninde tutmaya başlar. Göremediği şeylerinde ortadan yok olmadığını öğrenmeye başlar. Cee-ee oyunları, sakladığınız nesneyi bulması ve bunları yaparken çok eğlenmesi de görmediği şeyin varlığının yok olmadığını artık biliyor olmasıdır.
Tüm bunları yaşanırken bir yandan da bebekler ve küçük çocuklar için uyku bir ölüm sessizliği gibidir. Gözlerini kapatacak ve bir yerde tek başına uyuyacak. Bebekler ağlayınca, mıkırdayınca bakımveren o güvendiği kişinin her zaman orada olacağını bilmek ister. Her zaman olan şey olmadığında, bakımveren o güvendiği kişi gelmediğinde dehşete düşer. Bu dehşete düşüşler zamanla bebeği bakımverenden ayrıştırır ancak bebek ihtiyacı olduğunu gösterdiği halde defalarca bu ihtiyacı görülmediyse bir süre sonra beyninde farklı gelişimsel süreç gözlenmeye başlar.
Yapılan araştırmalardan biliyoruz ki, sağ beyin duygusal, sosyal ve sol beynimiz sözel, dilsel alanları kapsar. Bebeğin sağ beyni anne rahminde son 3 aydan, doğumdan sonraki 1 yaşına kadar iki katı büyüklüğe çıkar. 2 yaşına kadar da bu hızlı büyüme devam eder. İlerleyen yaşlarda da sol beyninde benzer bir büyüme sıçraması gerçekleşir. Bu büyüme ve gelişim için bebeğin yakın duygusal etkileşime ihtiyacı vardır. Bebek ve bakımverenin sözsüz iletişimi bir dans gibidir. Bebeğin ses tonu, vücut hareketlerini, mimiklerini takip eden bakımveren kişi, bebeğin içinde bulunduğu durumu anlar ve kendi spontan, sezgisel iletişim araçlarıyla bebeğinin ihtiyaçlarına cevap verir. Bakımveren aslında bebeğin sağ beyninden gelen uyaranları kendi sağ beyni ile alır ve dönüştürerek bu uyaranları anlamlandırarak ‘’Benim bebeğimin karnı mı acımış, gazı mı varmış, korkmuş mu, üşümüş mü, gazı mı varmış’’ şeklinde bebeğine geri verir. Bu karşılıklı ilişkide bakımveren bebeğinden gelen uyaranları anlarken hatalar da yapabilir. Önemli olan bu tekrarlanan ilişki içerisinde bebeğin ihtiyaçlarını giderirken oluşan aksaklıkları fark edip, tamir etmektir. Bebek bu şekilde bakımverenine bağlanır. İletişim kurmayı ve kendi duygularını düzenlemeyi de yavaş yavaş öğrenir. Bu durum bebeğin gelişimini, sosyal ilişkilerini ve beynindeki sinaptik oluşumu etkiler. Bebeğin sağ beyni genetik olarak kodlanmış değildir, gelişebilmesi için yakın duygusal ilişkiye, sosyal deneyime ihtiyaç duyar.
Sağ beyin duyguların düzenlenmesinde olduğu gibi stresin düzenlenmesinden de sorumludur. Deneyimleriyle duyguları düzenlemeyi öğrendiği kadar stresi düzenlemeyi de öğrenir. Güncel nörobiyolojik araştırmalar göstermektedir ki, bebeğin olumsuz duyguları yatışmadığında stres yüklü etkileşimler bebeğin sağ beyin otobiyografik belleğine kazanırlar. Verilmeye çalışılan uyku eğitimleriyle dakikalarca, saatlerce beşiğinde, yatağında ağlayarak bırakılan bebeğin hafızasına da bu anılar kazılır. Ötekine olan ihtiyacını ağlayarak, çığlık atarak göstermeye çalışan bebek, öteki gelmediğinde bu duygularıyla ve çaresizlikle başbaşa kalır. Vücudunda stres hormanı düzeyi artan bebek dış dünyadan bir kopma yaşar. Ağlayıp, çığlık atıp bakımverene olan ihtiyacını göstermek yerine boyun eğme, küntleşme, kısıtlı duygulanım ortaya çıkar. Bu sürece sistematik bir şekilde maruz kalan bebeğin yaşadıkları sağ otobiyografik belleğine kaydedilir. Böylece erken dönem ilişkilerinde yaşadığı ve kaydettiği bu boşluk, kaybolmuşluk, çaresizlik, işe yaramazlık, güvensizlik duyguları kuşaktan kuşağa böyle aktarılmış olur.
Bakımveren-bebek ilişkisi, karşılıklı ilişkilerin anlamlandırıldığı bir ilişki türüdür. Uyku eğitiminden önce bebeğin ve bakımverenin ihtiyaçları karşılıklı anlaşılmalıdır. Tek tarafın arzusuyla verilen ‘’uyku eğitimi’’ gelişimsel ve nörobiyolojik olarak bebeğe zarar verir.



